Harry Kane: Sıfırdan Zirveye

Aşağıda okuyacağınız yazı Harry Kane tarafından theplayerstribune sitesi için yazılmış ve 5 Şubat 2018’de yayımlanmıştır. Yazıdaki görseller, orijinal haline duyduğumuz saygı sebebiyle aynen kullanılmıştır. Orijinal metne ulaşabileceğiniz link, çevirinin sonunda mevcuttur.

Henüz bir çocukken yaşadığınız başarısızlıkları anlamlandırmak zordur. Dünmüş gibi hatırlıyorum da Chingford’daki evimizin hemen arkasında bir park vardı. Futbol oynamak için babam ve ağabeyimle sık sık oraya giderdik. Parkta kale yoktu. Doğru düzgün bir saha da yoktu ama yerdeki çimler ve kale olarak kullanabileceğimiz iki ağaç mutlu olmamız için yeterliydi. O zamanlar Arsenal altyapısında oynuyordum. Tabiri caizse düşman saflarındaydım ama yine de bu büyük bir fırsattı. 

Sekiz yaşındayken, bir gün babamla yine parka yürüyorduk. Birdenbire babam “Sana bir şey söylemem gerekiyor,” dedi. 

Ben de “Ne oldu?” dedim. 

Elini omzuma attı ve “Şey, Harry… Arsenal seni altyapıdan çıkardı,” dedi. 

O an tam olarak ne hissettiğimi hatırlamıyorum. Açıkçası, bunun ne anlama geldiğini bile bilmiyordum. Daha küçük bir çocuktum. Öte yandan babamın nasıl tepki verdiğini, onun tepkisinin bana nasıl hissettirdiğini hatırlıyorum. Bana hiç kızmamıştı. Arsenal’ı eleştirmemişti. Hatta hiç üzüntü duymamış gibiydi. Bana sadece “Endişelenme, Harry. Daha sıkı çalışacağız ve gidip başka bir kulüp bulacağız, tamam mı?” dedi. 

Şimdi böyle anlatınca, altyapıdan çıkarılmama neden çok üzülmediğimi sorabilirsiniz. Kendini, oğlunun profesyonel bir futbolcu olmasına adayan çoğu baba muhtemelen bu duruma biraz farklı tepki verirdi ama babam bana hiç kızmadı. Gerçekten pozitif enerjiyle dolu biridir. Her olumsuz duruma tepkisi istisnasız şu olur: “Pekâlâ, o zaman çalışmaya devam.” 

Bu durum karşısında da yaptığımız tam olarak bu oldu. 

Harry Kane

Arsenal’dan sonra, oradan oraya savruldum ve sonunda tekrardan yerel takımda oynamaya başladım. Bu sırada, Watford’dan bir yetenek avcısı beni fark etti ve bir deneme maçına çağırdı. Tottenham’a karşı Watford ile maça çıktıktan sonra Tottenham’ın altyapısından teklif aldım. Olayların böyle gelişmesi oldukça komik. Beyaz forma bana daha çok yakışıyor bence. Arsenal’a karşı oynadığımız ilk maçı hatırlıyorum da onca zaman geçmesine rağmen hala öfke doluydum. Beni altyapıdan çıkardıklarında sadece sekiz yaşındaydım. Size saçma gelebilir ama onlarla olan her maçımızda sahaya “Şimdi kim haklı kim haksız göreceğiz.” diyerek çıkıyordum. 

Şimdi geriye dönüp bakınca, Arsenal altyapısından çıkarılmam muhtemelen başıma gelen en iyi şeydi çünkü bu olay bana ihtiyacım olan motivasyonu sağladı. 

Harry Kane çeviri

Premier Lig’de 100 gole ulaştığım için çok mutluyum. Tottenham beni iki yıllığına kiraya gönderdiğinde, Premier Lig’de hiç gol atamama ihtimalini düşündüğüm pek çok an oldu. Ama o dönemde birçok şeyin farkına vardım. 2012’de Millwall’da oynadığım zamanı hatırlıyorum da çetin bir kümede kalma savaşı veriyorduk. Bildiğiniz üzere, oradaki taraftarlar fanatiklikleriyle meşhur. Ama öyle böyle bir fanatiklik değil. The Den’deki ilk maçlarımdan birinde hakem yanlış bir karar vermişti. İlk defa oluyordu ama bir anda taraftarlar sahaya bir sürü yabancı madde atmaya başladı. Ellerine ne gelirse atıyorlardı! Yığınla şey fırlattılar. Hakem, kalabalığın sakinleşmesi için maça beş dakika kadar ara vermek zorunda kaldı. Ha bu arada tüm bunlar yaşanırken sadece 18 yaşındaydım. Etrafa şaşkın şaşkın bakarken şöyle düşündüm: Bu… Bu resmen çılgınlık. 

Sezon devam ediyordu ve hala küme düşme potasındaydık. Soyunma odasındaki takım arkadaşlarımdan beni şoke eden bazı şeyler işittim. “Dostum, küme düşersek ücretimi yarıya indirecekler.” Başka biri:”Düşersek, sözleşmem yanacak.” 

Bunlar çocuk sahibi evli barklı adamlardı. İşte o zaman futbola tamamen başka bir gözle bakmaya başladım. İnsan sonradan fark ediyor, bazı insanların bu sporu yapmasının sebebi sadece futbol sevgisi değil. Aynı zamanda bu onların geçim kaynağı, anlatabiliyor muyum? Kazanmanın, bazıları için hayat memat meselesi olabileceğini, bu sporda uğruna çalıştığınız her şeyin bir anda yok olabileceğini fark etmeye başlıyorsunuz. Millwall’da deneyimlediklerimden sonra her şeyi toz pembe görmeyi bırakmıştım. Millwall, futbolun gerçekleriyle yüzleştiğim yerdi. Orada iyi bir performans sergilememin, daha da önemlisi kümede kalabilmemizin şansla bir alakası olduğunu hiç sanmıyorum. Bu olay, Millwall taraftarlarıyla iyi bir bağ kurmamı sağladı. Bazen fazla çılgınca davransalar da onları seviyorum. 

Spurs’ün beni bir sonraki sezon oynatması için yeterince iyi bir performans sergilediğimi umuyordum. Ama maalesef beni tekrar kiraya gönderdiler ve o dönem benim için oldukça zor geçti. En karamsar olduğum dönem, muhtemelen Leicester City’de olduğum dönemdi. Bir türlü takımda kendime yer bulamadım. O zamanlar takım hala Championship’teydi. Evde öylece oturduğumu ve “Championship’te Leicester için bile oynayamazken, nasıl Premier Lig’de Spurs için oynayacağım?” diye kendimi sorguladığımı hatırlıyorum. 

Kariyerimde ilk kez o an kendimden şüphe duymuştum. Şüphe gerçekten kötü bir şey. O gece ailem beni görmeye geldi, hararetli bir sohbete giriştik. O kadar kötü hissediyordum ki babama takımdan ayrılmayı düşündüğümü söyledim. Tabii, ayrılsaydım bu korkunç bir hata olurdu ama gerçekten kendimden şüphe ediyordum. Babam şöyle dedi: “Çalışmaya devam et, yolundan sapma. Mücadeleden vazgeçmediğin sürece her şey bir bir yoluna girecektir.” 

Birkaç hafta sonra yine evde öylece oturuyordum. O sıralar NFL’e büyük ilgi duymaya başlamıştım. Antrenmanlardan arta kalan zamanda sadece Madden oynuyor veya YouTube’da New England Patriots videoları izliyordum. Bir gün, tesadüfen Tom Brady ile ilgili bir belgesele denk geldim. Belgesel, NFL draftında Brady’den önce seçilen altı oyun kurucudan bahsediyordu. 

Meğerse, Tom Brady draftta 199. sırada seçilmiş. Buna inanabiliyor musunuz? Bu aklımı başımdan aldı ama iyi anlamda. Belgesel beni gerçekten etkiledi. Hayatı boyunca herkes Tom’dan şüphe etmiş. Üniversiteye gittiğinde bile koçlar onu başka bir oyun kurucuyla değiştirmeye çalışmışlar. Belgeselde, NFL draftından önce kilosu tartılırken çekilmiş bir fotoğrafını gösterdiler. Fotoğrafta üstünü çıkarmıştı. Bu bana çok komik gelmişti çünkü sıradan bir gence benziyordu. Bir koç onun için şöyle dedi: “Bu Tom denen çocuk oldukça sıska ve uzun boylu. Daha önce spor salonunun önünden geçtiğini bile zannetmiyorum.” 

Onda kendimi gördüm. İnsanlar, benim hakkımda da hep aynı varsayımlarda bulunuyorlardı. “Şey, anlarsın ya, hiç golcü tipi yok.”  

Bu belgesel, bana gerçekten ilham verdi. Brady kendine inanmış, daha iyi olmak için neredeyse takıntılı bir şekilde hiç durmadan çalışmış. Onun hikayesiyle benim yaşadıklarım arasındaki paralelliği fark ettim. Bu kulağa tuhaf gelebilir ama Leicester’daki kanepemde belgeseli izlerken sanki birden aydınlandım ve kendi kendime “Bir daha düşündüm de pes etmeyeceğim. Olabildiğince sıkı çalışacağım ve önüme gelen fırsatların elimden kaymasına izin vermeyeceğim,” dedim. 

Birkaç maç sonra eski takımım Millwall’la oynuyorduk, iri savunmacılardan biri, gözümü korkutmaya çalışıyordu. Taç atışı sırasında tam arkamdaydı ve “Hey, Harry,” dedi. 

“Evet?” dedim. 

“Henüz sarı kart görmedim.” 

Ben de “Eee, yani?” dedim. 

O da “Bu iyi bir şey çünkü bir tanesini senin için görmeyi planlıyorum,” diye cevap verdi. 

Beni sindirmeye çalışıyordu, bu açık ve net. Taç kullanıldı ikimiz de kafa topuna çıktık, dirseklerimizle birbirimizi ittik. İşe bak ki yanlışlıkla kaburgalarına vurdum ve yüzünü buruşturarak yere düştü. O yerdeyken üstünden geçip gittim. Tek kelime etmedim. Sadece üzerinden geçtim. Bu; ona, kendime ve bizi izleyen herkese beni kimsenin sindiremeyeceğini gösterme şeklimdi. 

Ertesi sezon Tottenham’a döndüm, teknik direktör André Villas-Boas ile görüştüm. Beni yine kiraya göndermek istedi. Benimle ilgilenen birkaç iyi kulüp vardı. Onlar için oynamak benim için çok sorun olmazdı ama hayalim farklıydı. Hayalim sadece Premier Lig’de oynamak değildi. Hayalim Spurs için Premier Lig’de oynamaktı. 

Ben de ona dürüstçe “Gitmek istemiyorum,” dedim. 

Kelimeler ağzımdan çıkarken “Acaba yanlış mı yapıyorum?” diye düşündüm. 

Şaşkın bir şekilde bana öylece baktı. 

Sonrasında, cesaretimi topladım ve düşüncelerimi söyledim. “Size bu takımda oynamayı hak ettiğimi kanıtlayacağım. Bana her cuma maçtan önce bunu hak etmediğimi ve oynamayacağımı söyleyebilirsiniz. Benim için sorun yok. Ama başka takıma gitmek istemiyorum.” 

Tüm söylediklerim bunlardı. A takımda kalmama ve antrenman yapmama izin verdi ve bu, özgüvenim için gerçekten bir dönüm noktası oldu. Her zaman futbolda iyi olduğumu hissetmiştim ama daha önce bunu hiç dillendirmemiştim. Çocukluk hayalim tam karşımda durmasına rağmen bir şekilde ona ulaşamıyordum. Birinin, onu bana vermesini bekliyordum. Ama hayatta hiç kimse hayallerinizi size altın tepside sunmaz. 

Onlar için mücadele etmek zorundasınız.  

Antrenmanlarda kendimi paralıyordum ama yine de hiç oyuna girememiştim. Sonra, kış aylarında teknik direktör değişikliği oldu. Tim Sherwood göreve getirildi ve o bana bir şans verdi. Hikâyenin gerisini biliyorsunuz. İlk üç maçta toplamda üç gol attım. Bu inanılmaz bir duyguydu. Özellikle de White Hart Lane’deki ilk golüm bambaşkaydı. Açıkçası, ilk gölümü atmadan önce yaşadıklarım şu anki beni oluşturan yegâne tecrübelerdi. 

Elbette, Mauricio Pochettino’yu unutmak olmaz. Sonraki sezon o geldiğinde her şey değişti. Sadece benim için değil, kulüp için de. Kariyerime Mauricio’dan daha fazla etkisi olan biri yok. Bunun nedeni kulübe sadece muhteşem bir yönetim felsefesi getirmesi değil, aynı zamanda hepimizi birbirimize yakınlaştırmasıydı. Bireysel kariyeri inanılmaz ama neredeyse hiç bundan bahsetmez. Bir teknik direktör olarak, kendini değil oyuncuları düşünür. Takımın en iyisinden, takıma ayak uydurmakta zorluk çeken oyuncusuna kadar herkesin gelişmesine yardımcı olur. Tabii ki, sıkı çalışmıyorsan ve tembelsen o zaman acımasızdır. Sıkı çalışmazsan ofisinin kapısından içeri giremezsin ve maçlarda oynayamazsın. Ama ona saygı gösterirsen ve onun için çok çalışırsan tüm zamanını sana ayırır. 

Futboldaki en güzel anılarımdan biri, birkaç sezon önce hat-trick yaptığım bir maçın sonunda Mauricio’nun beni ofisine çağırmasıydı. O zamanlar yakındık diyebilirim ama içli dışlı da değildik. Beni niye çağırdığını bilmiyordum. Kapıyı açtım. Elinde bir kadeh Malbec veya ona benzer bir kırmızı şarapla masasında oturuyordu. Yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. Beni eliyle çağırdı ve “Hadi, bir fotoğraf çekilelim,” dedi. 

Bir eliyle şarap kadehini tutarken diğer elini omzuma attı ve öyle fotoğraf çekildik. Harikaydı. İlk o zaman “Vay be, bu adam harbiden şahsına münhasır biri.” diye düşündüm. Harika bir adam. Elbette bir hoca, bir teknik direktör olarak ona saygı duyuyorum ama saha dışında da arkadaşız. Takım arkadaşlarımızla bu kadar yakın olmamızın nedeni o. Hepimiz içli dışlıyız ki bence bu günümüz futbolunda eşine nadir rastlanan bir şey. 

Bana sorarsanız, ilk başlarda bana takımda yer verilmemesi başıma gelen en iyi şeydi. 2015’te Kuzey Londra derbisine ilk çıkışımda kramponlarımın bağcıklarını bağlarken adeta Arsenal’ın altyapısına karşı oynadığım zamana, o 11 yaşındaki halime geri döndüm. Deja vu gibiydi. Her maçtan önce, tam olarak nasıl gol atacağıma dair senaryoları kafamda canlandırırım. “Topu, sol ayağımla falso aldırarak alt köşeye göndereceğim. Ceza sahasının sağ köşesinden sağ ayakla voleyi yapıştıracağım,” gibisinden.Ben hep böyleydim. Bu konuda gerçekten derinlemesine düşünüyorum. Rakiplerimi ve sahadaki çimlerin uzunluğunu falan her şeyi hesaba katıyorum. 

Bu sefer defans oyuncularının kırmızı Arsenal forması giydiğini hayal ettim ve tüylerim diken diken oldu. 

Çıkış tünelindeydik. Kendi kendime “Buraya gelmek 12 yılımı aldı. Şimdi kimin haklı, kimin haksız olduğunu göreceğiz,” dedim. 

O gün iki gol attım ve 86. dakikada maçı bize kazandıran ikinci golüm, daha önceki maçlarda hayal bile edemeyeceğim bir şekilde gerçekleşti. Muhtemelen şimdiye kadar attığım en iyi kafa golüydü. Top, filelere çarptığında hissettiğim o duygu… Kariyerim boyunca hiç böyle bir şey hissetmemiştim. 

Son düdükten sonra sahada yürürken taraftarları alkışladığımı ve şöyle düşündüğümü hatırlıyorum: “Görüyorsunuz işte, size burada olmayı hak ettiğimi söylemiştim.” 

Bu sadece Arsenal ile ilgili değildi. Durum, bundan biraz daha karmaşık. Amacım, kendime ve yolun her adımında yanımda olan aileme bir şeyler kanıtlamaktı. Millwall’da, Norwich’te ve Leicester’dayken, hatta başarabileceğimden şüphe ettiğim zamanlarda bile tüm olay buydu. 

Geçmişte yaşadığım tüm olumsuzluklara rağmen Premier Lig’de 100 gole ulaştım. Bununla birlikte birkaç kişiye teşekkür etmemin zamanı da geldi. 

İşler istediğimiz gibi gitmediğinde bana katlanan nişanlım Kate’e teşekkür ediyorum. 

Arsenal beni altyapıdan çıkardıktan sonra parkta elini omzuma koyan babama ve en kötü zamanlarımda Leicester’daki evimde beni mantıklı olmaya iten tüm aileme teşekkür ediyorum. 

Beni oraya buraya götürmek için uzun saatler direksiyon salladığı ve mükemmel bir anne olduğu için anneme teşekkür ediyorum. 

Binlerce saat boyunca bana karşı 1’e 1 oynadığı için ve bazen Teddy Sheringham olmama izin verdiği için ağabeyim Charlie’ye teşekkür ediyorum. 

Daha önce spor salonunun önünden bile geçmemiş gibi görünen gençlere umut verdiği için Tom Brady’ye teşekkür ediyorum. 

Antrenmanlarda, maçlara giremediğim zamanlarda yanıma gelip “Maçlarda olmayı hak ediyorsun dostum,” diyenler başta olmak üzere tüm takım arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. Söyledikleri, dünyalara bedeldi. 

Bir golcü olarak tüm potansiyelimi ortaya çıkardığı için Mauricio Pochettino’ya teşekkür ediyorum. 

Ve tabii ki Tottenham taraftarlarına teşekkür ediyorum. Çocukluğumdan beri Spurs için oynamayı hayal ettim. Uzun zamandır beni motive eden şey sadece gözlerimi kapatıp Premier Lig’de Arsenal’a karşı gol attığımı hayal etmekti. Bu hayali birkaç kez gerçekleştirdim, bende uyandırdığı duygu hiç eskimiyor. Ama şu an motivasyonum biraz farklı. Şimdi gözlerimi kapatıyorum, arkadaşlarımla birlikte yeni stadımızda Premier Lig kupasını kaldırdığımızı hayal ediyorum. Bir 100 gol daha atmaktansa PL kupasını kaldırmayı tercih ederim. 

Geçtiğimiz birkaç sezonda kupayı almaya yakındık. Korkarım bu oldukça sıkıcı bir cevap ama aradaki farkı kapatmanın tek bir yolu var: Babamın dediği gibi çalışmaya devam etmeli ve yolumuzdan sapmamalıyız. Tek yapmamız gereken mücadeleden vazgeçmemek. 

COYS (ÇN: Bastır Spurs) 

Harry 

Yazının orijinal metni için tıklayınız.

Total
0
Shares
Önceki Yazı

Burcu Eken İle Söyleşi: Kadın Futbolu

Sonraki Yazı
Parabolica

71 | Fransa GP

Bunlar da ilgini çekebilir