San Siro: Heybetli ve Görkemli Mabet

Bir mimar değilim. Mimari akımlara da hakim değilim maalesef. Sadece ‘’gotik’’ ve ‘’modern’’ mimari terimlerini duymuştum ama dönemleri, özellikleri hakkında pek bilgim yok. Benim için ortak tek yönleri, karşılarına geçmem ve hayranlıkla yukarıdan aşağıya incelemem. Küçük detayları arar ve varsa anlamlarını sorarım. Beni buna teşvik eden de Notre Dame Katedrali olmuştu. 2015 yılında o devasa yapıt karşısında ilk kez, saydığım ortak özelliklere şahit olmuştum. Ama bunlar hiçbir stadyum için geçerli olmamıştı, bu yazıya konu olan stadı 2018’de görene kadar kadar, yani San Siro Stayumu’nu.

Bu kısımda Notre Dame’dan bir detay daha vermek gerekiyor, gerçi hikayeye aşina olabilirsiniz. Fransız gotik mimarinin en büyük örneği olan Notre Dame Katedrali, 2019’da çıkan yangına kadar Fransa’nın en çok ilgi gören noktalarındandı. Fakat 19. yüzyılda durum biraz farklıydı. Katedralin bakımsızlığı gerekçe gösterilmiş ve Paris şehir planlamacıları katedralin yıkılmasını istemiştir. Bunun üzerine Fransız yazar Victor Hugo, Notre Dame’ın Kamburu adlı romanını edebiyat dünyasına kazandırır, Notre Dame’ın kurtarılmasında büyük rol oynar.

Endüstriyelleşen futbolda yöneticiler, yıllar geçtikçe yukarıda bahsi geçen şehir planlamacılarına dönüşüyor ve yeni stadyumlar için kolları sıvıyorlar, elbette bir kurban seçip onu yıkarak. Son seçilen kurbanlardan biri ise San Siro, az bilinen adıyla la Scala del Calcio, Futbolun Merdiveni

Notre Dame Katedrali

Ağza çalınan bal

20. yüzyılın başlarında, Milano’nun iki takımı da şehrin çeşitli stadyumlarında futbol oynayarak faaliyetlerini sürdürdüler. Kuruluşlarından yaklaşık 20’şer yıl sonra Milan, Viale Lombardia’ya; Inter ise Arena Civica’ya demir attı. Milan son şampiyonluğunu 1907 yılında kazanmış ve 1908 yılında kurulan Inter’in gölgesinde kalmaya başlamıştı. Başkan Piero Pirelli, başarısızlıklara rağmen Milanlı taraftarların arttığını belirterek Viale Lombardia’dan ayrılmanın zamanının geldiğini söyledi. Bunun üzerine mühendis Alberto Cugini ile Milano’nun merkezinden de sorumlu olan mimar Ulisse Stacchini’yi yeni bir stadyum inşa etmeleri için işe aldı. Stacchini bu projeyi devraldığında sadece futbola mabet olacak bir proje için kolları sıvadı. İtalya’da alışılagelmiş olan atletizm pistlerinin burada bulunmaması, böylece tribünlerin sahaya yakın olması, Milano’nun yeni stadında İngiliz esinlenmeleri olduğunu gözler önüne seriyordu. 1925’te temeli atılan, 19 Eylül 1926’da açılan stadyum bulunduğu bölgeye ithafen San Siro olarak adlandırıldı. Piero Pirelli için 19 Eylül çok değerliydi. Zira 19 yıl süren ve kupasız geçen başkanlığında, Milan’a kazandırabildiği tek şey San Siro oldu. Ama bu mutlu gün de bir şekilde Pirelli’ye zehir oldu. Açılış maçında Il Diavolo[1], Inter’e 6-3 yenildi. 

San Siro ve Sürekli Değişimler

Milan’ın malı olarak gözüken San Siro Stadyumu, açılışından dokuz sene sonra Milano belediyesine satıldı ve renovasyon için belediyeye baskılar başladı. İlk yapılan planlarda stadyumun kapasitesi 150.000 olarak düşünülse de bu sayı sadece plan olarak kaldı. İlk renovasyonda sahanın köşeleri ve kale arkalarındaki tribünler de ana tribünlerin yüksekliğine çıkarıldı ve Scala’nın özgün görünüşünün temeli ortaya çıktı. 1945’te Arena Civica 2. Dünya Savaşı’nda uğradığı zarar yüzünden kullanılamayacak haldeydi. Inter’e de bir ev lazımdı ve istikamet San Siro oldu. Nerazzurri[2], beraberinde renovasyon ihtiyacını da getirdi ve kapasite 85.000’e yükseldi. Bu değişimle San Siro Avrupa’nın önemli maçlarına da ev sahipliği yapabilecek, önemli bir sahaya dönüştü. 1965’te burada gerçekleşen ilk Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası finalinde kader de üstüne düşen rolün hakkını vererek cilvesini gözler önüne serdi. Şehrin takımı Inter, Benfica’yı 1-0 yenerek zafere ulaştı.

Guiseppe Meazza

1980’e gelindiğinde Milano şehri, göz bebeği olan stadyumuna bir isim daha koydu: Giuseppe Meazza. Milano’da doğan Meazza, hem Inter hem de Milan’da oynayarak şehrin tamamını simgeleyen bir futbolcu oldu. Kariyerinin çoğunu Inter’de geçiren efsane santrafor, Il Biscione’nin[3] teknik direktörlüğünü de üstlenerek şehrin hangi takımını benimsediğini daha da belli etti. Inter’de 2 sene hocalık yaptıktan sonra yolu Beşiktaş’a da düşen İtalyan futbol adamı, 1979 senesinde hayatını kaybetti. Ölümünden bir sene sonra isminin stadyuma verilmesi kararlaştırıldı. O günden beri stadyuma verilen ismi ise İnter maçları için kullanılıyor. 

Dünya Kupası, 56 sene sonra, 1990’da İtalya’ya ve Milano’ya geri döndü. Bu sorumluluk beraberinde bir renovasyon daha ve yeni bir kimlik gerektirdi. Bir Serie A maçı izlerken veya konsol oyunu oynarken bize şatoyu anımsatan, küçük bir televizyon ekranından gördüğümüzde bile büyüleyen o görüntüsünü bu projeyle kazandı San Siro. Dört tribünden üçüne birer kat daha eklendi, bu katlara destek olması için ve tribünlere direkt geçiş sağlayan 11 kule eklendi. ‘’11’’ kule sahadaki futbolcuları mı temsil ediyor, yoksa basit bir tesadüften mi ibaret, orası bilinmiyor. Tek bilinen dört köşede bulunan kuleler San Siro’nun ‘’Diamond Roof’’ olarak adlandırılan ve yine bu renovasyon ile eklenen demirlerle kaplı çatısına da destek oluyorlar.

Ya Sonra?

Aslında iki kulübün de ayrı stadyumlara sahip olması fikri uzun süredir gündemdeydi. Kulüplerden biri kendine bir stadyum yaptırır, diğer kulüp de San Siro’da taraftarları ağırlamaya devam eder diye düşünülüyordu. Ama stadyumdaki sorunlar renovasyon ile giderilemeyecek seviyede. Maçları izlerken gözünüz kale arkası tribünlerin en tepesini yakalarsa oradaki boşluk dikkatinizi çekecektir. Kulüpler, orada hissedilen titreşimin yaratacağı panik havası yüzünde o kısımların bilet satışını durdurdu. Stattaki bakımsız merdiven ve koltuk fotoğrafları da cabası. Reçetede yazan tek ilaç; daha modern bir stadyum inşa etmek. İtalyanlar her ne kadar nostaljiye bağlı, romantik ruhlu bireyler olsalar da bu zorunluluğun farkındalar. Bu gelişmelerle Milano’nun ezeli rakipleri, bir süre daha ev arkadaşı olmaya devam edecekler. 

san siro

Yeni stadyum için iki aday proje mevcuttu: ‘’Cathedral’’ ve ‘’Rings of Milano’’. nuovostadiomilano.com’dan taraftarlar planları inceleyip süreci daha yakından takip edebilme imkanı sunuldu. İki projede de yapı olarak da eski stadyumdan özenilmiş birkaç detay göze çarpıyordu. Cathedral, kutu şekliyle daha modern bir San Siro izlenimi verirken Rings of Milano, stadı çevreleyen  ‘’yüzük’’lerle stadyumun kulelerine göz kırpıyordu. Sonuçta seçilen proje Cathedral oldu.

Gittiğimiz ilk maçtaki manzarayı unutmak çoğumuz için imkansızdır. Çıkılan merdivenler, içinden geçilen büyük, demir bir kapı, ve nihayetinde sonsuzluğa gidiyormuş gibi uzanan yemyeşil bir futbol sahası gözlerimizin önündedir. Milanolu çocuklar için bu deneyimin adresi Guiseppe Meazza Stadı. Yani içinde futbol oynanan bu ‘’beton yığını’’ bir şehrin ruhunu içinde barındırıyor dersek, inkar edilemez. Ruhundan ziyade şehrin emeğini de üzerinde taşıyor, çünkü 13 yıldır bu yapı İtalya’nın da en iyi üniversitelerinden biri olan Politecnico di Milano tarafından gözlemleniyor. Anlayacağınız, bu futbol tapınağına tüm şehir gözü gibi baktı.

San Siro’ya gidiş için en popüler vasıta metrodur. İsmini bu yapıdan alan durakta indiğiniz zaman duvarlarda göreceğiniz posterler, yukarıdaki yaşanmışlıklar hakkında size fikir veriyorlar: oraya hep en iyileri geldi; derby della Madonnina’nın[4] verdiği keyif hep başka oldu. Zaten la Scala del Calcio ismi de buradan geliyor. Bu saha, üzerinde top koşturmuş her futbolcuya bir prestij kattı, hiç değilse de unutamayacağı bir atmosfer yaşattı. Büyük ihtimalle ortaya çıkmayacak olan Victor Hugo’sunu tüm heybetiyle beklerken bile adına yakışanı yapmaya devam edecek.

[1] Il Diavolo: Şeytan, Milan’ın takma ismi

[2] Nerazzurri: Siyah – mavililer, Inter’in takma ismi 

[3] Il Biscione: Yılan, Inter’in diğer takma ismi

[4] Derby della Madonnina: Küçük Bakire Meryem derbisi, İnter – Milan maçlarına verilen isim

Kaynakça:

Total
0
Shares
Bir yanıt yazın
Önceki Yazı

52 | kaos futbolu (part 2)

Sonraki Yazı

62 | yaşar kemal

Bunlar da ilgini çekebilir